Birilerinin küçük çocukları, birilerinin ise küçük torunları olan herkese merhaba! Annemin ilk kızı, babaannemin ve anneannemin güzel torunu olarak bu yazıyı yazarken sırtımı sıcacık bir filme yaslıyorum. Petite Maman… Küçük Anne… Céline Sciamma’nın 2021 yılında seyircisi ile buluşan bu filmi, anneannesini kaybeden Nelly’nin ailesi ile birlikte annesinin büyüdüğü eve döndüğü ve anneannesinin eşyalarını topladıkları birkaç günü anlatıyor. Filmin adı gibi; filmi ne kadar küçük bir çocuğun gözünden izlesek de kayıplar, yaslar, vedalar belki de çoğumuzun içinden geçtiği büyümenin sancılarını ve yetişkinliğin getirdiklerinin yanında götürdüklerini de bizimle paylaşıyor. Céline Sciamma, seyircisine beklenmedik bir seyir sunuyor ve büyümeye uzanan büyülü bir dünyanın kapıları küçük bir çocuğun elleriyle açılıyor.
Küçük Anne, sekiz yaşındaki Nelly’nin bakım merkezi gibi bir yerde yaşlı kadınlara “hoşça kal”ları ile başlıyor. Nelly, her yaşlı kadına sakince ve son kezmiş gibi “hoşça kal” diyor. Kamera Nelly’i omzunun üzerinden takip ediyor ve film böylelikle bir vedalaşma hikayesi anlatacağının ipucunu vermiş oluyor. Annesi Marion ise, ölen annesinin eşyalarını topluyor. Anneannesinin ellerinin kokusunun sindiği baston Nelly’e hediye kalıyor.
Bu filmi ilk izlediğimde babaannemin kaybının üzerinden bir yıl geçmişti. Bununla birlikte duygularım öylesine yoğundu ve kalbim ellerimde ufak bir serçenin kalbi gibi hala pır pır atıyordu ki… Babaannemin yazmaları bana hediye kalmış, onun kokusu hepsine sinmişti. Ne kadar yıkanırsa yıkansın o beyaz sabunla karışık arap sabunu kokusu renkli yazmalarından çıkmamıştı. Babaannemi kaybettiğimiz sırada hayatımızın akışını ters yüz eden ve bütün ritüellerimizden bizi uzaklaştıran pandemi sebebiyle ona bildiğimiz gibi veda edememiştik. Fiziksel olarak ondan çok uzak olmamızın yanında ailemizin ölenle vedalaşmayı bildiği alışkanlıklarımız da hayatımızda kendilerine yer bulamamışlardı.
Tanıdığımız, tanımadığımız insanlara yemekler dağıtamamış; bir araya gelip babaannemiz hakkında ağlaşıp gülüşememiştik. Güya hepimiz babaannemiz ile vedalaşmıştık fakat onu rüyalarımızda görmeye devam ediyor, onunla bildiğimiz gibi vedalaşmayı düşlemek konusunda ısrarımızı koruyarak zamanımızı bekliyorduk. Marion da çocukluğuna giden araba yolculuğunda, kızına anneannesi ile vedalaşıp vedalaşmadığını sorduğunda; Nelly, emin olmayan bir tavırla vedalaştığını söylüyor. Belki, Nelly de benim gibi kendini vedalaşmış olduğuna ikna etmeye çalışsa da içten içe hak ettiği gibi vedalaşmış olmamanın hüznünü taşıyor. Nitekim, annesinin çocukluk evinde kaldığı ilk gece annesinin koynuna sokularak “Son hoşça kalım iyi değildi çünkü son olacağını bilmiyordum.” diyerek içini döküyor. Bu yazıyı okuyanlar arasında vedalar yaşayan, çok sevdiği birini arkasında bırakan insanlar varsa belki de onlarla duygularımız akrabadır, kardeştir. Hangimizin son vedası zaten istediğimiz gibiydi ki? Hangimiz onun son veda olduğunu bilerek tüm kalbimizle sevdiğimize hoşça kal dedik ki? Bunun acısı kalbimizde buram buram tüterken rüyalarımızda onlarla vedalaşmadık ki?

Kimilerimiz sevdiğimiz gittikten sonra onun arkasından yaptıklarıyla gidişini içlerine sindirdi; belki yemekler pişirip dağıttı, helvalar kavurdu; belki de eşyalarını topladı ve tertemiz valizlere koydu. Hepsi kendi içinde büyük anlamlar taşıyordu ve hepsi ayrılığın kabulüne giden bir yoldu. Peki, bir çocuk anneannesi ile nasıl vedalaşır? Bir soru daha… Annesinin ölümü ile kendi çocukluğu ile vedalaşmak zorunda kalan bir kadının çocuğu, duygular ile başbaşa kalırsa neler yaşar? Nelly, anneannesinin vedası ile başa çıkmaya çalışırken başka bir yolculuğa daha çıkıyor. Kendi annesi ve çocukluğu ile vedalaşan annesinin büyük duyguları ile dolu bir yolculuk… Nelly, annesinin koynunda uyuyakaldığı gecenin sabahında annesinin hiçbir şey söylemeden gitmiş olduğunu görüyor. Annesinin çocukluğunun geçtiği o sessiz ve kendi ağzıyla “havası iyi olmayan” olarak tanımladığı o yas ve yalnızlık dolu evde babasıyla bir başına kalıyor. Babası eşyaları toplarken Nelly ise bir oyuncak buluyor. Bir çocuğun tek başına oynayabileceği türde bir oyuncak. Merak edenler için, oyuncağın adı Jokari. Elindeki raketle topa vuran çocuk, topu her ileri attığında topa bağlı olan ip sayesinde topu geri yakalayabiliyor
Tek başına oynayabileceği bir oyuncak bulduğuna sevinen Nelly; eskiden annesinin tek başına oynadığı o oyuncakla, şimdi koskocaman bir ormanda kendi kendine oyun oynuyor. Ne güzel şanstır ki oyuncakla oynarken topun ipi kopuyor ve Nelly ormanda bir yolculuğa çıkıyor. Kızıl, turuncu, sonbahar kokan bir ormanda kendi yaşlarında Marion adında bir kız görüyor. Küçük Marion, Nelly’nin annesinin tam 23 yıl önce yaptığı gibi ağaçlardan bir kulübe yapmakta. Karşılaştığı küçük kız Marion’ı oynayan küçük oyuncu Gabrielle Sanz, Nelly’i oynayan Joséphine Sanz’ın ikiz kardeşi. Küçük kızlar arasındaki bu benzerlik seyredenin aklında soru işaretleri uyandırmaya başlıyor. Bu tuhaflık filmdeki büyüyü başlatan abrakadabra oluyor. Sonbahar yağmuruna yakalanan bu ikili Marion’ın evine sığınıyor. Ve burada filmin büyüsünün kaynadığı kazandan dumanlar taşmaya başlıyor. Ev, Nelly’nin anneannesinin evine öyle çok benziyor ki. Duvar kağıtları, kapılar, dolaplar… Bir kapının arkasında ise anneannesinin kokulu bastonunun aynısına sahip olan yaşlı bir kadın görüyor. Sciamma, aslında pek bir şey söylemeden kurguda karakteri başka bir eve misafir ederek seyirciyi senaryoya dahil ediyor. Ve seyirci soruyor, Nelly annesinin küçüklüğü ile karşılaşmış ve üç kuşak yan yana gelmiş olabilir mi?
Seyreden belki bunları tatlı bir tesadüf belki de Nelly’nin yaşam gücü olarak yorumlar, bilemiyorum. Ben Nelly’nin yaşam gücüne hayran kalanlar tarafındayım. Küçükken annenize “Anne sen küçükken kaç yaşındaydın?” diye sorar mıydınız? Onun küçükken neler oynadığını merak eder miydiniz? Onunla arkadaş olmak ve küçük annenizle oyunlar oynamak ister miydiniz? Yuva eğitmeni olarak çocuklardan duyduğum sorular arasında kalbime en çok dokunanlardan biri bunlar olmuştur. “Türkü, sen küçükken ben kaç yaşındaydım?”, “Türkü, sen küçükken ben de küçük müydüm?”, “Türkü, sen küçükken senin de annen var mıydı?” Bunlar ne kadar da yaşamın içinden sorular… Céline Sciamma ise film hakkında verdiği bir röportajda “Bir çocuğun anne veya babasıyla ilgili aklında bulunan sorular, çok derin sorulardır çünkü bir bakıma hayatta kalmayla ilişkilidir.” diyor. Yetişkinlerin küçüklüğünü merak eden ve onlarla oyunlar kurmak isteyen, büyük bağlar arayan o küçükler… Nelly ise annesinin kendi çocukluğuna veda ettiği, anneannesinin annesini vedasız terk ettiği o günün ertesinde; annesinin kendisini habersizce yalnız bıraktığı o günde, annesinin çocukluğu ile tanışıyor. Nelly, annesinin belki de anlamlandıramadığı fakat kalpten sezdiği büyük duygularını bildiği yerden şifalandırıyor. Onun çocukluğu ile oyun oynayarak ve bağ kurarak…

Nelly, anneannesinin ölümünden sonra kendi annesinin hissettiği yalnızlığın ağırlığını annesinin çocukluğuna da yansıtıyor. Küçük anne Marion da aynı Nelly gibi yalnız bir çocukluk geçiriyor. Ve bu iki küçük kız çocuğu arkadaş oluyorlar. Belki de sadece çocukların hissettirebilecekleri bir şey hissettiriyorlar. Önünün arkasının düşünülmediği hayranlık uyandıran bir bağın getirdiği umut… Bu umut öylesine güçlü ki yalnızlıklarına ufak bir mola, suçluluklarına ve utançlarına ise derin bir soluk oluyor. Nelly, annesinin doğum gününde babası ile birlikte yetişkin annesinin yanına gitmek yerine, annesinin küçük hali ile doğum gününü kutlamayı tercih ediyor. Annesinin çocukluğunu yalnız bırakmıyor ve belki de son kez anneannesi, annesi ve kendisi; annesinin doğum gününü kutluyor. Başka bir sahnede ise Nelly, küçük anne Marion’a “Beni erken bir yaşta, 23 yaşında doğurmuşsun.” diyor. Bir şey sormasa da küçük annesine cevap bekleyen gözlerle bakıyor. Bu paylaşım üzerine yetişkin konuşmaları yapmayan çocuklar suçluluk duygusunun gezindiği sahnelerde birbirleriyle bakışmaya devam ediyorlar. Sciamma da burada çocukların umursama biçimi hakkında bir şeyler söylüyor; çocuklar kelimeleri ile değil hisleri ile umursuyorlar ve böyle yaşıyorlar. Filmin son sahnelerine doğru ise küçük anne Marion, Nelly’e büyük anne Marion’ın habersiz gidişinde onun bir suçu olmadığını söylüyor. Suçluluk ve utanç hisseden çocukluklarımız… Yetişkinlerin kendi iç dünyalarından çıkamadıkları, bunaldıkları o anları anlamdıramadıklarında suçu kendinde arayan minik kalplerimiz… Duygular büyük, duygular ağır… Altından kalkamadığımız ve dile dökemediğimiz o yetişkin cümleleri… Genç bir annenin çocuğu olduğu için istenmeyen bir çocuk olduğunu düşünen ve suçlu hisseden Nelly, bu sefer de kendini özgürleştiriyor. Yarattığı küçük annesinin ağzından olanların “onun hatası” olmadığını duyuyor. Ve kocaman bir kabul ve vedalaşma gerçekleşiyor. Nelly, küçük annesi ile vedalaşırken, anneannesine de dolu dolu bir hoşça kal demeyi ihmal etmiyor. Ve evine döndüğünde yetişkin annesini çocuk gibi boş evin ortasında bağdaş kurmuş otururken buluyor. Yetişkin anne Marion, habersiz gidişi için Nelly’den özür diliyor ve ona sıkı sıkı sarılıyor.
Nelly’i ve kendimi bu kadar anlatmışken filmin yönetmeni Sciamma’dan bahsetmeden yazımı bitiremeyeceğim. “Céline Sciamma ile çocukluğun duygusal yoğunluğu ve “Petite Maman” üzerine” adlı yazıda geçtiğine göre, Sciamma filmin çekildiği iç mekanları yaratırken kendi anneannesi ve babaannesinin evlerinden ilham alıyor. Dış çekimler için ise büyüdüğü evin yakınlarındaki ormanı tercih ediyor. Hatta filmde kullanılan bazı aksesuarlar Sciamma’nın kendisine ait. Filmin çekiminden kısa bir süre önce babaannesini kaybeden yönetmen; belki de kendi alışkanlıklarından biriyle, samimi bir hikaye kurgusu ve sıcacık görüntülerle, babaannesine veda ediyor. Nelly gibi kendisine bir dünya yaratıyor, benim gibi rüyalar görüyor. Bir yandan Nelly ve annesinin büyüme hikayesinden bizler gibi kendine pay çıkarırken, bir yandan da bizi kendi yasına misafir ederek kısa bir süreliğine de olsa yaşamlarımızın birbirinin eşlikçisi olmasına fırsat tanıyor. Gün sonunda ise torun da olsak, çocuk da olsak, anne de olsak hepimiz büyüyoruz. Kimimiz anneden ayrılarak, kimimiz anneyi kaybederek, kimimiz de bazı şeylerin bizimle ilgisi olmadığını fark edip suçun bizde olmadığını kabul ettiğimizde…
Türkü Su Sakarya MOMO Atölye Eğitmeni